Aile; üyeleri olan bireylerin toplamından daha fazlasıdır. Kendi içerisinde kurallar olduğu gibi aynı zamanda dışarıyla da arasına koyduğu ve korumaya çalıştığı sınırları vardır. Bu kurallar ve sınırlar her ailede değişik ve biriciktir. Bireylerin birbirlerine ve aile üyelerine hissettikleri bağlılık ve bunun yanı sıra özerklik seviyeleri de bu kurallarla ve sınırlarla doğrudan bağlantılıdır. Bireyin sosyalleşmeye başladığı ilk yer ailedir. Dolayısıyla benlik algısını, kim olduğunu, neleri sevdiğini veya sevmediğini burada keşfetmeye başlar. Ailedeki kurallar ve ailenin sınırları hem aile içi iletişimi hem de bireylerin dışarıyla olan etkileşimini doğrudan etkiler. Bu da kişinin özerk benlik oluşumuna nüfuz eder. Özerklik; benliğin temel noktalarından biridir. Bireyin davranışlarını kendi istediği zaman ve istediği şekilde yapıp yapmamayı seçmesi, bunları kabullenmesi ve sonrasında doğan sonuçlarının sorumluluklarını üstlenebilmesidir. Kısaca özerklik için kişinin kendi kendisini yönetebilmesidir diyebiliriz.
Sınırlar Ne Demek?
Ailenin dışsal sınırları; aileyi aile içi ve aile dışı olarak ayıran, dışarıyla olan bağlantı yerlerindeki görünmez çizgilerdir. İçsel sınırları ise aile üyelerinin kendi aralarında oluşturdukları alt gruplardır. (Örneğin; çocuklar, ailenin kadınları/erkekleri, ebeveynler gibi.) Bunların yanı sıra her ailenin kendilerinin ürettikleri biricik kuralları vardır. Bu kurallardan bazıları çok katıyken bazıları daha uyarlanabilir ve değişken olabilir. Aynı şekilde kurallar gibi sınırlar da belirgin veya saydam olabilir. Bu özelliklerin doğası ailenin ideolojik, kültürel ve üyelerinin kişisel yapılarına göre farklılık gösterir. Bazı aileler çocuğunun kaç yaşına gelirse gelsin başka bir yerde kalmasına izin vermezken, bazıları bu kuralı çocuğun yaşı ilerledikçe esnetmeye başlar. Bu örnekte ilk ailenin dışarıyla sınırlarının çok keskin ve bunu belirleyen kuralın çok katı olduğunu görüyoruz. Fakat ikinci aile hem sınırlar hem de kurallarda daha esnek davranıyor.
Bireylerin yetişkinlik hayatlarında özerkliklerini korurken sağlıklı ve düzenli ilişkiler kurabilmesi, çocukluktan itibaren ebeveynlerin gelişim düzeylerine uygun olarak koydukları kurallar ve çizdikleri sınırlarla doğrudan ilişkilidir. Dışarıyla sınırları çok belirgin olan bir ailede yetişen çocuk birey ile dışsal sınırları daha geçirgen olan bir ailede büyüyen çocuk bireyin yetişkinliklerindeki ilişkisel bağlarında (ilişkiselliğinde) farklılıklar görmek kaçınılmazdır. “İlişkisellik” kişinin içinde bulunduğu sosyal çevresine bağlı olma isteğidir. Az önceki örneğe dönersek ilk ailede yetişen bir bireyin ilişkiselliğinin ikinci ailede yetişen bir bireyinkine göre daha sınırlı olarak gelişeceğini söylemek hiç de yanlış olmaz.
0-6 Yaş Çocuklarda “Denge”nin Önemi
İçsel-dışsal sınırlar ve bunları belirleyen kurallarda en önemli konu “denge”dir. Bireyin mutlu bir hayat sürebilmesi adına hem ilişkisel hem özerk olabilmesi gerekir. Çocuk birey büyüdüğü ortama, ailesine bağlılık hissetmeli fakat aynı zamanda sosyalleşme çağı geldiğinde çevresiyle ilişkiler kurabilecek kadar da özerk olabilmelidir. Yürümeye başlayan bir çocuğun ebeveynlerinin önünden yürürken bir anda dönüp arkasına bakması bu dengeyi kurmaya çalışıyor oluşunun en güzel göstergesidir. Bu hareket çocuk bireyin kendi adımlarını atmanın ve yolda kendi başına yürümenin keyfini çıkarmak isterken aynı zamanda ebeveynleri onu merak ediyor mu, arkasından gelerek ona destek olmak için orada oluyorlar mı diye kontrol etme biçimidir. Bu şekilde hayatta kendi yolunu çizerek bağımsızlaşırken ailesine olan bağlılığını sürdürür ve destek mekanizması olan ebeveynlerinin hayatının bu kritik zamanlarında onu yalnız bırakmadığını bilir. 1-3 yaş döneminde bebekler kendi davranışlarının kendilerine ait olduğunu keşfetmeye başlarlar. Özerklik ve bağımsızlık duygularını gösterip iradelerini ortaya koyarlar. Bu yaş aralığında yeni yürümeye başlayan çocuklar çok fazla engellenir veya çok sertçe cezalandırılırsa, büyük olasılıkla kuşku ve utanç duygusu geliştirirler. Eğer yürümeye başlayan çocuk arkasına dönüp baktığında ebeveynlerini orada göremez ise bir güvensizlik duygusu oluşturması oldukça olasıdır. Emeklemekten yürümeye doğru giden bir çocuğu ele alalım. Düştüğü çoğu zaman kendi başına ayağa kalkabilir fakat bunu yaparken yine de ebeveyne dönüp bakar. Bu onun “bunu kendim denememe izin ver ama yapamazsam da sen orada ol ki beni kaldıracağını bileyim” deme şeklidir.
Okul öncesi dönem çocukların sosyal dünyalarının genişlediği, aktif, sorumlu ve amaca yönelik davranmayı gerektiren yeni güçlüklerle yüz yüze geldikleri bir dönemdir. Çocuk bu dönemde çevresini keşfetmeye meraklıdır. Aynı zamanda sosyalliği ve gelişen fiziksel yetkinlikleriyle birlikte çeşitli sorumluluklar almaya da uygun hale gelir. Bu dönemde çocuk bireyin hareketleri fazlaca kısıtlanır veya gereğinden çok sorumluluk yüklenerek kaygı oluşturulursa suçluluk duygusu tetiklenir. Özellikle yeni konuşmaya başlayan çocuk bireylerde sürekli olarak neyin ne olduğunu ne işe yaradığını sorgulama eğilimi görürüz. Bu sorularına açıklayıcı ve tatmin edici cevaplar vermek yerine çocuk geçiştirilir daha kötüsü susturulursa ileride bireyin herhangi bir şeyi merak ettiğinde dahi kendini suçlu hissetmesi oldukça olasıdır. Bağlılık ve özerklik arasındaki bu hassas dengenin kurulamadığı ailelerde yetişen çocuk bireyler gençlik veya yetişkinlik çağlarında çeşitli sorunlarla karşılaşabilirler. Örneğin; ailede içsel sınırlar çok keskinse yani aile üyeleri sadece belirli aile üyeleriyle etkileşime geçiyor, diğer aile üyelerini de çoğunlukla dahil etmiyorsa, çocuk ya da genç birey kendini herhangi bir alt gruba ait hissedemiyor ve o alt grupların sınırlarında takılıp kalıyorsa, bağlılık duygusunu tatmin edebilmek adına farklı gruplara yönelebilir; kendini yanlış arkadaşlıklar ve birliktelikler içinde bulabilir. Ebeveynlerin çocuk bireylerini hayata hazırlarken onların gelişimsel düzeylerine uygun biçimde aile içindeki ve dışındaki sınırları işlevsel olacak şekilde belirleyebilmesi büyük önem taşır. Ailenin gerektiğinde bu sınırları esnetebilmesi ve kuralları düzenleyerek yeni gelişen durumlara adapte olabilmesi gerekir. Bu esnetmeler ve düzenlemeler çocuk bireyin gelişimsel düzeyine uygun olmalıdır. Bu sayede birey ileriki hayatında özerkliğini korurken sağlıklı ilişkisel bağlar da kurmayı öğrenmiş olur.
Psikolog Ezgi Sanlı / 2020